Yıllar önce, Alsancak’ta ara sokakların birinde, küçük ama şirin bir aynacı dükkanına girdim. Antika aynalar, yeni, modern taşlı, gümüşlü, oymalı bir sürü ayna, duvarları kaplamış beni içine aldı sanki, tüm dükkan ben oldu bir anda. Önümde ayna, arkamda ayna, sağımda-solumda boy boy aynalar… Kendimi birçok başka açıdan görmek nasıl hoşuma gitti. “Şu, yandan görüneni annemlere bırakırım”, “kocaman, önden görünen bende kalsın”, “sağ yandaki Yağız’ın Özgür’ün yanında olsun”, “sol yandan görünen sokak işlerine koşsun, alışverişi falan yapsın”, “arkadan görünen ev işlerine kalsın”, “ama yeter artık eskisi kadar titiz değilim!”. Kendimi dağıtmaktan yorulduğum bir günde, bu kadar çok ben ne iyi geldi bana… Sonra o heybetli görüntüye baktım; “Niye bölünüyorsun? Bak, tam olunca ne kadar güçlüsün” dedi içimdeki ses… Evet, niye bölünüyoruz, niye tam olamıyoruz? Merkeze geldiğimizde konfor alanından çıkıyoruz çünkü.. Başkalarını düşünmek, başkalarının sorumluluğunu almak çok daha basit, “ben demiştim”, “onun yüzünden” demek kadar kolay bir şey yok. Merkezini bulmak, kendi sorumluluğunu almak aslında. “Ne hissediyorum?” Bu soruya cevabın yoksa, kimsenin yanında tam olamıyorsundur. Merkeze gelebilmek için kendini fark etmen gerekiyor-ki buna önce somut olandan, bedenden başlamak gerek. Tüm duyguları taşıyan bedenle iletişime geçtiğinde, yani tuttuğun, sıktığın beden bölümlerini bilinçli bir farkındalıkla gevşetmeye başlayıp, bedenin ihtiyaçlarını fark edip, destek kullanmaya başladığında, kendine “Şu anda ne istiyorum?” “Neye ihtiyacım var?” sorularını sormaya başlarsın. “Ne hissediyorum?” sorusunun cevabı gelmeye başlamıştır zaten. Bu sorular size önce bencilce gelebilir (bana öyle gelmişti). Bu bencillik değil, aksine, sen kendini tamamlamaya çalış ki başkasına da dokunabilesin. Sen tam değilsen kimsenin yanında tam olamazsın. Kendi duygularımızı, hislerimizi fark ettiğimizde yaşanan an ile bütünleşir, bir oluruz. Doğru ya da yanlış karar yoktur o anda, hissettiğin vardır. Bu nedenle merkeze gelmek, konfor alanından çıkmak demek. Şikayet etmeye alıştığın, üstünü örttüğün hislerle karşılaştığında korkup çekildiğin, canın yandığı için inkara sığındığı yerleri bırakmak demek merkeze gelmek. Korkuya rağmen, evinin odalarında gezmeye ve sakladıklarını çıkarmaya başlarsan merkezini bulursun. Şu korona günleri, bu yüzden bizi epey zorlamaya başlamadı mı? Kaçacak bir yer yok! Ben korkuyorum, tedirginim ve kaygılıyım, kendime soruyorum; “Ne hissediyorum?”; “korku, kaybetme korkusu”. “Şu anda neye ihtiyacım var?”; “korunmaya”. “Şu anda ne istiyorum?”; “güvenli alan”. Bu soruları sorup, cevapları aldığımda, korkumu görüp, onunla yüzleşiyorum ve dar açının içine kendimi çekmeden görüyorum. Zihnimde dolaşan bin tane felaket teorisini görüyorum ama inkar etmeden, yargılamadan, ‘sus’ demeden izliyorum. Tıpki bir film izler gibi, kalbimin artışının değiştiğini, nefesiminin düzensizleştiğini, elimi yüzüme götürüp kaşındığımı, hepsini izliyorum. Ve ihtiyacım olan şeyi görüyorum; korunmak, sosyal izolasyon, hijyen kuralları, temiz bir ortam…bunları sağlamaya çalışıyorum. Önce kendimi korumaya alıyorum ve güvenli alanı yaratıyorum. Böylelikle Yağız’ın yanında olabilirim ve benden çok daha panik olan Şükrü ile iletişim kurabilirim. Eğer ben duygumla yüzleşmeden eşim ve çocuğumla iletişim kurmaya çalışırsam, sonu muhtemel bir gerilim olacaktır. Çünkü ben kendimi duymadan onları duyamıyorum. Merkezini bulmak için meditasyon basit ve etkili bir yöntem. Meditasyon yapmayı birçok insan gözünde çok büyütüyor; “offf ben saatlerce oturmam”, “benim zihnim susmuyor”, “ben duramıyorum”, “ben hiç ışık, renk görmüyorum” …vs. Bunların hiç biri zaten meditasyon değil. Yoga, meditasyon basit şeyler, çünkü doğal şeyler. Zor olan, kendi evine girmek, sakladıklarınla yüzleşmek. Meditasyon, “zihni bilinçli bir şekilde izlemek” demek; “gör ve bırak”. Zihnin geçmişe gider, gör, nefesini fark et, alışını ve verişini. Zihin durmaz, yine gider, bu defa dışarıdaki bir sese belki, ama duy sesi ve bırak, nefesine dön, dışarıdaki sese olan hissini gör, nefesine dön. Belki ayağın uyuştu, kopacak gibi hissediyorsun, yine nefesine dön… Bu liste böyle uzayıp gidebilir ama sen her defasında nefesine dön ve bak, gelenlere takılmazsan nasıl akışın içine dalıyorsun. Meditasyon, zihnin önüne bir torba kabuklu fıstık atmak gibi bir şey. Kabuklu fıstık burada, nefes farkındalığıdır; nefese geldikçe, zihinden geçenler azalır ya da akar gider. İçinden geçen hisleri gördükçe onlarla hemhal olur, birleşirsin. O hislerin senin olduğunu kabul eder, birlikte yürürsün onlarla. Birbirinizi dürtmeden, “seni tanıyorum” diyerek… Akışı görmek ve farkındalık taşlarının örerek yürümemiz dileğimle… (Not: Meditasyonu biraz daha anlatmak niyetindeyim. Ama siz, meditasyon deneyimi için youtube sayfamdaki meditasyon uygulamalarını her gün yapabilirsiniz. Kısa, kolaylıkla yapabileceğiniz iki çalışma var youtube kanalımda. Unutma, hep nefesi hatırla..)
Yeşim Atik
MERKEZİNİ BULMAK
Güncelleme tarihi: 19 Nis 2022
Comentários