Başlığa bıraktığım soruyu sadece bir şey anlatmak için sormuyorum; bu soru öğrencilerimden gelen, bir çok vakitte de benim içimden dilime gelen bir soru. Çünkü sanıldığı kadar kolay değil yin yoga pozları içerisinde kalmak, yin yoga dersi vermek, bir dersi dizayn etmek ve yin yoga eğitimi vermek… Yıllar içerisinde çok duydum: “vallahi bir sürü yoga çeşidi denedim ama yin yoga bir efsane”, “ayyy arkadaşım o nedir öyle?! Dur dur aynı yerde, bana fenalık bastı! Ben zaten yerinde duramayan biriyim, içime falan da dönmedim!” ya da “Tam ihtiyacım olan yerdeyim” gibi birbirine benzer cümleler gözümün kulağımın etrafında dolanırken, ben tüm bunlara karşılık gelecek cümleleri ve bilgiyi arayarak bu yolda yürüdüm, yürümeye de devam ediyorum. Öğretmenim ama hala öğreniyorum; o yüzden “Neden Yin Yoga?” sorusu benim için daha çok anlam kazanıyor. Hangi yoga stilini yapıyor olursak olalım, yogayı dengeye gelebilmek için yapıyoruz. Dengeli bir beden, dengeli bir ruh, dengeli bir zihin. Bu nedenle yin ve yang birlikte yürür; yani yin yoga yapıyorsanız yang bir uygulamanız mutlaka olmalı-ki, kaslar çalışmalı, belki biraz terleten bir uygulama içinde olunmalı ve yin yoga da pratiğe eklenerek beden, zihin, duygu dünyası dengeye taşınabilmeli. Peki son yıllarda yin yoga uygulamalarından neden çok söz edilir oldu? Yin yoga bağ dokuya gerekli stresi yükleyerek dokular arasındaki akışı sağlar. Yani bedenin ağırlığı kullanılarak asananın (pozun) içinde üç veya beş dakika kalınır, böylelikle beden ağırlaşır, kaslar pasif bırakılarak bağ doku açılır. Pozun içerisinde bedende hissedilen etkiye ya da açılmaya ben “nane şekeri etkisi” diyorum. İşte öyle tatlı, ama hem içinde olmanın ferahlatıcı hissi hem de içinde olmanın zorladığı bir duyumsamayı istiyoruz pozun hedef bölgesinde, noktasal bir acı veya batma, pozun içerisinde istediğimiz bir şey değil. Yin yoga bağ dokuya yönelir dedik, nedir bu bağ doku? Ligament; kemiği kemiğe bağlayan dokudur serttir. Tendon; kası kemiğe bağlayan, kasın devamı olan dokudur ama kas gibi esnek bir yapıya sahip olmayan, tıpkı sert bir lastik gibidir. Fasya; son yılların en önemli yeniden keşiflerinden ve çalışma alanlarından biridir. Fasya, bedenin her bölgesini saran, kuvvetli bir iletişim ağıdır diyebiliriz. Kası kasa bağlar, organların etrafını sarar ve tüm yapılar arasında iletim sağlar. Bugün tıp fasyayı, 6. duyu organı olarak adlandırmaktadır. Dolayısıyla Yin yoganın bedendeki çalışma prensibine de bakıldığında, bağ dokuya yönelik bir pratik gerçekleştirmek, yin yogayı son yıllarda daha çok sözü edilir hale getiriyor. Bağ dokuların içindeki duyu reseptörleri, kasların içindekilere kıyasla on kat daha fazladır. Çin tıbbının mucize ağı meridyenler de, fasyanın içinden tıpkı bir akarsu gibi yayılarak geçer. Bu noktada da, yin yoga asanaları içinde neden duygu durumumuzun değiştiği anlaşılabilir. Yin yoga asana (poz) geçişleri yavaş ve bilinçli bir fankındalık ile yapılmalıdır. Fasyanın içinde yer alan serbest sinir uçları dengeye geldiğinde, duygusal çalkantılar ve depresyon gibi rahatsızlıklarda şifalanma başlar. Dolayısıyla ne kadar yavaş ve farkındalıkla pozlara geçiş yapılırsa, beden ile birlikte duygusal geçişlere de alan açmış oluruz. Bedenden söz ederken duygulara geçiş yaptık, çünkü hepsi bir bütün dedik. Hepimizin bir hikayesi var ve bedenimiz bu hikayeyi taşır. Çoğu zaman bu hikayeyi kabul etmez ya da normalleştiririz. Yin yoga asanaları içinde gerçek hikaye kulağımıza fısıldar. İlk zamanlarda bunu, beden acısı olarak dillendiririz; “bacağımın içi çok acıdı, burada kalamam, sırtım çok acıdı” vs gibi… Fakat ne zaman ki kişi kendiyle hemhal olmaya başlar, duygusunu, hislerini fark eder, içerideki hikayenin sayfaları açılır. Ben buna “evine girmek” diyorum. Beden bizim evimiz, yıllarca evi döşemek için gezer dururuz ve çekmecelerine dolapların bir şeyler yerleştiririz, ailemizden çeyiz sandıklarımız vardır kocaman ve ağır. Asanalar bizi duygulara götürdüğünde yargısız duramayız önceleri, mutlaka birilerini suçlarız ya da suçlamaya meyil ederiz. Yin yoga ile birlikte ise süreç içinde yargısız, olana-bitene şahit olarak bakmayı, durmayı öğreniriz. Yavaş yavaş evimize girip, dolapları açmaya cesaretimiz olur. Bize ait olmayan eşyalar kapının önüne konmaya başlar. Bazı eşyaları neden aldığımıza dair bir fikirimiz olur. Dolaplar, çekmeceler düzenlendikce evin şekli değişir. Çevrenizde sizin enerjinizi aşağıya çeken insanlar yavaş yavaş çıkar hayatınızdan. Yin yoga asanaları anlatılırken bedenin toprakla, yer yüzüyle ilişkisi vurgulanır; yani “önce yaşadığını fark et sonra bir çaba harca gelebileceğin yeri bul” demektir bu. Pozun içine yerleşmek için kişinin kendine zaman tanıması, sonra bedeni gevşetmesi ve artık nefesi ile bedende açılan bölgeleri, olanı-biteni pasif bir hal içinde izlemesi istenir. Tıpkı hayatımızda yaşadığımız olaylar, durumlar karşısında elinden gelenin en iyisini yapmak, yapmaya çalışmak ve kendini akışa bırakmak gibi… Bazen akışta olduğumuzu zannederek yönetiriz ortalığı, duygularımızı ve sonra birden bire tökezleriz. Bu tökezlemeyi de kabul edip, düştüğü yerde kalması ve bakıp ne hissettiğini görmesi insanın, yin yoga yaparken tüm bunlarla karşılaşması şaşırtıcı değildir. Yin yoga deneyimi içerisindeki süreç herkes için farklı ifade bulabilir; kimi zaman da, dolapları topladığın, çekmeceleri düzelttiğin, bir ‘ohhh’ deme haline geldiğin zaman, bir odanın ne kadar dar olduğunu fark edersin, “yan odayla birleştirsem çok iyi olur” fikri geldiğinde ortalık toz duman olur. “Tanrım, bu çıkan tozdan nefes alamıyorum, çok yoruldum” dersin ama bu hal seni korkutmamalıdır, çünkü bu durum geçici ve oda genişlediğinde, nefes alamama hali geçecek, sen dinlenmeye bakmalı, durup görmelisin. Evet, yin yoga yavaş yavaş seni gerçek özünle buluşturur. Haaa bu buluşmada gözyaşı, kahkaha, yerden kalkamama korkusu, durma hali (…) hepsi normal. Kendini keşfe çıkıyorsun ve bu çok değerli bir şey, çok cesaret isteyen zor bir yol. Ama hiç unutma ki; en keyifli yolculuk, insanın kendisine yaptığı yolculuktur.
Yeşim Atik
Comments