Bir yoga öğrencisinin günlüğünden
Yin Yoga yapmak için güzel bir akşam. Geçen gergin tuhaf günün ardından kendimi Yoga stüdyosuna atmak en doğru karar.
Küçük bir ısınma ardından kelebek poz… Ayak tabanlarımın birleşip dizlerimin iki yana düşmesi, omurgamın nefesime uyup yukarıya doğru uzaması büyülü geliyor. O uzun omurgayı yumuşacık bir öne eğimle birleştirdiğimde içeriye yolculuk başlıyor.
“Yerleşmek gerek pozun içine ki bırakabilsin Pozun hedef bölgesi bacakların içi ve omurga. Nane şeker etkisi biraz yakıyor ama ferahlatıyor açılma. Susmak, durmak, acılana bakmak…
“Bırakmak zor iş bırakmayınca. Durmayınca Yin Yoga olmuyor” diyor hoca.
Ne hoş bu gün hiç bir yerim kaşınmıyor. Durmayı sevdim.
Ne çabuk geçti beş dakika pozun içinde, biraz daha kalsam ama “Yavaş ve şefkatli, tek tek, sırayla diz omurlarını üst üste” diyor, nasıl beceriyor bu kadar yavaş konuşmayı?
Kendimi sırt üstü bırakmak kolay geldi, bu akşam beni taşıyan bir kucak var sanki.
İçeride bir şeyler konuşuyor ben duyamıyorum ya da duymak istemiyorum şu anda.
“Dizlerini yavaş yavaş karnına çek ve sağa sola kendi ritminde sallan.”
Dizlerimi karnıma çekmek ne demek? Nasıl oluyordu? Algım zayıfladı sanki…
Hani evden dışarıya çıkmak istemediğin zamanlar olur ya öyle bir şey Yin Yoga. Çıkmak istemiyorsun, dış sesleri duymak pek hoş olmuyor bazen.
“Gel bir oturuşa, bacaklar önde olsun” diyor.
Uzun omurga ve öne katlan… Ne basit görünüyor değil mi? Ciğerim sökülüyor ama benim, bedenimin arkası yanarak açılıyor.
Bir Halil Sezai şarkısı geçiyor içimden “Yangınnn Varrr” dile kolay bedene zor tırtıl poz.
İçinde kaldıkça daha da ağır, nefesimi tutmamak zorlaşıyor. “Bırak nefes aksın, karnın rahat” diyor.
Ama olmuyor, hoca dediği ile kalıyor, bende işlemiyor bu gün o ipek sesi…
Çok uzaklara gidiyor içimde bir yer.
Bazen sen susarsın da hücrelerin konuşur.
“Şu kremi sırtıma sür” dediğin ve yüzüme döndüğün an her şey film şeridi gibi geçti aslında gözlerinde.
Gözlerini hiç o kadar net hatırlamıyorum.
“Beni özgür bırak, büyüyeyim kadın” demesi hiç bu kadar derin olmamıştı. Ben o kıvama gelmemiştim, belki de sen o kararda olmamıştın.
Gerçekten sonuç ne bilmiyorum.
İçinden gelen, nefes alan şey doğrudur.
Bir tek bunu biliyorum. Yavaş yavaş, ilmek ilmek çözmek gerek. Eğer bir ilmek kaçırırsan üç sıra birden sökersin, bir de bunu biliyorum (çok örgü ördüm, çok ilmek kaçırdım.)
Bazen, yemeğe fazla tuz koymuşsan patates atarsın ama bazı yemeğe de yakışmaz ki patates, atamazsın. Kendine fazla tuz attıysan patates atamıyorsun, yakışmıyor işte, yemek özel.
Bir şey fazla, bir şey eksik olduğu zaman yapacak bir şey olmuyor.
Kabulden gayrı bir şey yok. Ben de böyleyim, az tatlı ne yapalım.
Gitmem gerek senden ki gerçeğimizi bulalım, tutunmadan birbirimize…
Tutunmak en kolay olan, gitmek en acılı olan yer… Ben acı seviyorum galiba. Acı da değil aslında, bu gerçek olan beni arama yolunda karşılaştığım egom, konfor alanımdan çıkmak.
Beni yıllar öncesine götüren zihnim mi?
“Ne geliyorsa gör ve bırak, yargılama ” diyor.
Bana senaryo geldi bu kez geçmişten.
Sanki pozun içinde beş dakika değil beş yıl geçirdim. Ve pozdan çıkmak en az iki yıl sürdü.
“Olduğun pozdan çıkma anı çok değerli” diyor.
Ve yine güvenli kucağa bırakmak kendini, sırt üstü yatmayı hiç bu kadar sevmemiştim.
“En eforsuz, en konforlu şekilde yüz üstüne gel” diyor.
Ben eforsuz bir şey biliyor muyum? Efor harcamadan bir yere gelinmez ki… Paldır küldür kalkıyorum yüz üstüne dönmek için. Bir anda sırtımda sıcacık bir el, burnumda lavanta kokusu nasıl becerdim bilmiyorum, efor harcamadan yüz üstündeyim.
“Bırak karnını ve omuzları, sırtın yumuşasın.”
Haaa karnımı sıkmayı bırakınca sırtım da yumuşadı zaten. Omuzlarımı yumuşatınca göğüs kafesim de bıraktı, ne tuhaf insan göğüs kafesini sıkabiliyormuş.
“Dizlerin karnına yaklaşsın, sağ yana cenin poza yerleş, şefkatle “
Şehriyeli tavuk çorbası kokusu, kolumu kaldıracak halim yoktu. Hiç sevmiyorum hasta olmayı, işte tam bu his, annemin göğsüne bırakmıştım kendimi çaresiz… İlaç olacağını bilmeden.
“Ellerinden destek alarak bir oturuşa gel” başka bir şeyler de söylüyor aslında arada ama ben bazılarını duymuyorum.
“Dört ayağa yerleş” eskiden kafamı kaldırıp bakardım ne yapıyor diye duyduğumu görerek desteklemek isterdim. Artık sadece dinliyorum. Bir şey yanlış olursa gelip düzeltiyor zaten hoca, gözlerimi açmamak içeride kalmak iyi geliyor.
“Sağ dizini sağ bileğinin dışına yerleştir. Sol bacağın geriye uzarken, kalçaların ağırlaşsın, dirseklerinin üzerine gel veya bırak göğsünü yere.”
Yani uyuyan kuğu demek istiyor. Ohhh sağ bacağımın yanı, kalçam yanarak açılıyor yoğun bir nane şekeri bu. Sol bacağımın üstü bu sefer daha rahat, aaaaa açılmış demek ki. Bu gün rahatım bu pozun içinde, gergin de değilim.
Sanki uyku ilacı içtim, bu çalan müzik ne? Hoca ne diyor, çok uzaklardan geliyor sesler. Sadece ihtiyacım olanı duyuyorum…
コメント